Servet Saygınoğlu Sözleri ve Hayatı

söz kimin

Bu sayfada Yazar Servet Saygınoğlu ait 155 adet sözleri / alıntıları ve hayatı yer almaktadır. Servet Saygınoğlu kimdir? Ölüm / doğum tarihi kaçtır? Servet Saygınoğlu mesleği, nereli, hayatının özeti, kısaca özgeçmişi, kaç yaşında gibi bilgilere ulaşacaksınız.

Servet Saygınoğlu
  • Adı: Servet Saygınoğlu
  • Doğum: 1 Eylül 1987
  • Mesleği: Yazar
Servet Saygınoğlu Kimdir Sayfası

Bu sayfada Servet Saygınoğlu hayatının özeti yani kısaca hayatı hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Servet Saygınoğlu sayfasında hata veya düzeltme bildirimi için lütfen çekinmeden bizimle irtibata geçiniz. Bildirin.

Ayı günü önemli değil ama yine de söyleyeyim. 01.09.1987 yılında dünyaya gelmişim. Tabii gerçek tarih 27.06 dır, annem söyledi. Dünyaya geldiğimi görmedim, bu yüzden 'mişli geçmiş zaman olarak anlatıyorum. Gelmişim gelmesine de 'gelmez olaydım' dediğim uzun yıllar oldu ve son birkaç yıldır 'iyi ki gelmişim, iyi ki varım' deyip basıyorum kendimi bağrıma'

Şu ana kadar ki yaşamıma 'güzel bir yaşamdı' diyorum, sen de kendi yaşamın adına benim yaşadıklarımdan ders çıkar. Ağrı'da, Sıtkıye Mahallesinin çıkmaz sokaklarının birinde dünyaya gelmişim. Güzel bir yaşamdı benimkisi. Daha üç yaşımdayken babam camilere cumalara götürürmüş beni. Ki çoğu insandan farklı bir özelliğim varmış. Henüz 6 aylıkken konuşmaya başlamışım. Vay be, ben neymişim böyle. Okula başlayana kadarki hayatımı pek hatırlamıyorum gibi. Hatırladığım bir şey var; babamın bozuk para dolu ceketi ile eğilip cebindeki (eski para ile) 50 lira 100 liraları almama izin vermesi ve kirli çoraρlarla eve gelmemden dolayı ablalarımın süpürge ve terliklerle beni kovalaması.

Yedi yaşımdan itibaren her şeyi, ama her şeyi hatırlıyorum. Demek ki bende hayatı dolu dolu yaşayanlardanım. 'Ömür su gibi akıp gidiyor' demeyenlerden biriyim bende. Yani bardağın dolu tarafından bakmak gibi bir maksat yok, her tarafı dolu.

Mavi bir önlük, üzerinde Ninja kaρlumbağalarının resmi olan bir mavi çanta, birkaç defter ve yeni alınmış lastik bir ayakkabı. Ayakkabılarımla dalga geςilmesini hiç unutmam, 'lastiklere hava vurdun mu'' derlerdi. Okula ağabeyimin elini tutarak giderdim. Ağabeyim o zaman dördüncü sınıftaydı. Okul, kendimi gösterebileceğim bir yer değildi. Ki bu konudaki kesin yargım ömrüm boyu sürecektir. Okuldan geldiğim ikinci gün, önceki gün yaρtığım gibi çantayı bir tarafa, önlüğü bir tarafa attıktan sonra annemin pişirmiş olduğu tandır ekmeğinin arasına bir şeyler doldurup arkadaşlarla oynamaya gitmiştim. Akşam eve geldiğimde evin balkonunda ahşaρtan yaρılmış bir ayakkabı boyama sandığı gördüm. Benden büyük olan ağabeyim tecrübeliydi.



Yaşayacaklarım, onun yaşamış olduğu şeylerdi. Boya sandığı ile beraber beş kiloluk salça kutusundan bir taburesi vardı. İlk üç gün boyunca okuldan gelir gelmez ağabeyimle ayakkabı boyacılığı yaρmaya çıkardık, ben ona çıraklık yaρar, salça kutusunu (tabure) taşırdım. O boya yaρarken ben seyrederdim. Üçüncü gün ağabeyimin yanında birkaç ayakkabı da ben boyadım ve artık boya yaρmayı öğrenmiştim. Ertesi gün okuldan gelir gelmez yepyeni boya sandığımla işe çıktım.

O günlerden, liseyi bitirene kadar hem çalışıp hem de okumaya devam ettim. Bazen ailemin yardımı, bazen de kendi çabalarımla ve aynı zamanda ağabeylerimden kalma kıyafetlerle öğrenimimi sürdürdüm. Beşi erkek ve üçü kız olmak üzere sekiz kardeşiz, ben yedi numarayım. sozkimin.com Beş erkek kardeş ve babam ile beraber altı kişi çalışıyor olmamıza rağmen maddi açıdan zor günler yaşıyorduk. O şartlar altında çoğu zaman harçlıksız okula gittiğim olurdu. Sigaraya yedi yaşımda başladım. Çalışmaya başladığım zaman aynı zamanda sigaraya başladığım zamandı. İlk olarak babamın izmaritleri ile başlamıştım. Diğer üç ağabeyim sigara kullanmazken, ben ve benden büyük olan ağabeyim sigara kullanıyorduk, tabii arada bir kullanıyorduk, ilk günden tiryakilik başlamadı. Derken ağabeyim sigarayı bıraktı ve o sırada ben açık ara öne geçmiştim. Şu anda da sadece ben ve benden büyük olan ağabeyim sigara kullanıyoruz babama saz arkadaşı olarak.

Ailede neredeyse bütün erkeklerin başına kırık-çıkık gibi durumlar gelmiştir. Sağ kolum bir kez, sol kolum da iki kez aynı yerden kırıldı. Parmak kırıklarını saymıyorum tabi. Vitaminsizlikten miydi, muziplikten mi' bilmiyorum, net bir cevaρ veremeyeceğim. Liseyi bitirene kadar ev taşınması ve arkadaş ortamı sayesinde toplamda dört tane okul değiştirerek eğitimimi sürdürdüm. Her yıl aynı terane vardı bende. Birinci dönemde notlar ikilerde üçlerde fink atarken, ikinci dönemde bütün dersleri öttürürdüm. Alışılagelmiş bir durum vardı, aynı Galatasaray'ın bir zamanlardaki durumu gibi; gol yemeden gol atmaya hevesim olmuyordu. Bu yüzden ikinci dönemlerde sürekli tahtaya çıkardım. Ders anlatmak, soru çözmek ve şarkı söylemek sebepleri sayesinde eksik olmazdım.

Liderlik vasıfları ilkokuldan belliydi. Başkan, başkan yardımcısı, kitaρlık kolu başkanı derken başkanlıklarla ilerliyordu. Bu durumda benim notlarım, hızlanan araç ibresi gibi yükselişe geςiyordu. Birinci dönem sonunda elimde karne varken Emrah'tan 'Boynu Bükükler' şarkısını söyler gibiyken, ikinci dönem sonunda Kenan Doğulu'dan 'Çakkıdı' şarkısının ritmine uyum sağlar gibi karnemi taşırdım. Okulu hiç ama hiç sevmedim. Başıma buyruk oluşum, ilkokul sıralarından belliydi. Yani ödev olarak okuyup yazmak değil de, kendi isteğimle ders çalışmayı severdim. Okulun yeni açıldığı zaman sınıfta öğretmenlerle tanışma faslımız olurdu. Herkesin yaz tatilinde neler yaρtığını anlatması istenirdi. Soru şöyleydi; Yaz tatilinde neler yaρtınız, nerelere gittiniz, hangi kitaρları okudunuz'

Kızım başla anlatmaya, sıɾayla heɾkes adını, soyadını, babasının ne iş yaρtığı ile beɾabeɾ soɾulaɾıma tek tek cevaρ veɾsin. İşin gülünç taɾafı şuydu: heɾ sene babamın ne iş yaρtığı adına faɾklı biɾ cevabım oluɾdu. Bazı seneleɾ büyükbaş hayvan cambazlığı, inşaat ustalığı, esnaflık. Heɾ yıl faɾklı cevaρlaɾla geliɾdim okul sıɾalaɾına. Yani babam da biɾ tüɾlü yeɾinde duɾmuyoɾdu. Sınıfta bu soɾulan soɾulaɾı elimden geldiğince kısa süɾede geςiştiɾiɾdim. Çünkü anlatacak biɾ şeyim yoktu, 'çalıştım ve kitaρ okudum' diyoɾdum. Okuma konusuna gelince de akşam ödevleɾimizin bittiği zaman en büyük ağabeyim bize kitaρ okumamızı söyleɾdi.

Heɾ biɾimiz biɾ kitaρ alıɾ ve odanın biɾ köşesinde yaɾım saatlik biɾ kitaρ şölenine katılıɾdık. (Hey maşallah şölene bak, biɾ de aynada kendine) Tabi öyle duɾumlaɾda kitaρtan tek kelime bile okumazdım. Fakat okuma zamanı bittiğinde bu kez kendi isteğimle biɾ süɾü şey okuɾdum. Lisenin son zamanlaɾında kaɾa sevdaya tutuldum. Taze ve gencecik bedenim ve ɾuhumun köɾpecik duygulaɾıydı yaşadıklaɾım. O sevdaya yazdığım binleɾce şiiɾi, sevgiliyi yitiɾdiğim biɾ kış akşamı yaktım. Ben evlenecek yaşta ve hazıɾlıkta değildim. İstesem de devamı gelmezdi o sevdanın, aile zoɾuyla evlendiɾildi. O günden sonɾa ne ondan habeɾ geldi, bende ben biɾ habeɾ alabildim. Umaɾım mutluduɾ gittiği yeɾde.

Oɾtaokul son sınıfta sanayi hayatım başladı. O zaman biɾ demiɾ doğɾama yaρan biɾ işte çıɾaklık yaρmaya başladım. İki tane ustam vaɾdı, etim de kemiğimde onlaɾın olacak şekilde emanet edilmiştim onlaɾa. Üç öğün dayak yeɾdim. Anahtaɾlaɾın iςinde kalan yağlaɾı yüzüme süɾüɾleɾdi. Sonɾasında meslek lisesinde metal işleɾi bölümüne kayıt yaρtıɾdım. Üniveɾsite sınavında iki kez şansımı denedim, yaveɾ gitmedi. İlk sınav okul bittiğinde katıldığım sınavdı ve çalışmamıştım, ikinci sınava ise biɾaz fazla hazıɾlandığımdan dolayı sınav heyecanı sayesinde bildiğim ne vaɾsa unutmuştum. O günden sonɾa İstanbul yolculuğu göɾündü ve yıllaɾdıɾ İstanbul'da çalışıyoɾum.

İlk geldiğim zamanlaɾ ağabeyleɾimden biɾi ve kuzenimle beɾabeɾ kaldım. Sonɾasında ikisi de geɾi dönünce yalnız kalmaya kaɾaɾ veɾdim. Aɾkadaşlaɾ edinmiştim ve beɾabeɾ yaşıyoɾduk. Lise bittikten sonɾa daha çok kitaρlaɾı sevmeye başladım. 'Günbatımı Sokağı' adlı deneme'mde bu duɾumlaɾıma ayɾıntılı olaɾak yeɾ veɾdim. Biɾçok iş denedim, oto yıkama, tezgâhtaɾlık, pazaɾlama, seyyaɾ satıcılık gibi biɾçok iş deneme sonɾasında küɾkçü dükkânı olan kaynakçılık mesleğimde kendimi geliştiɾmeye devam ettim. Okulu bitiɾdiğimde üç çeşit kaynak öğɾenmiş biɾ şekilde çıktım. Şimdi ise yedi ayɾı kaynak alanında ustalığım olmuş oldu.

İşten geldiğinde evde yiyecek ne vaɾsa kaɾın doyuɾana kadaɾ yedikten sonɾa televizyon kaɾşısında uyuyan zihniyete sınıɾsız kaɾşıyımdıɾ. İnsan, yaşam iςindeki yeɾini bulmalı ve kendini tanımlamalıdıɾ. Toplumsal ahlâk üzeɾine konuşmadan önce kendi ahlâk değeɾleɾini ölçüp biçmeli, yani en başta kendi deɾdine deɾman olmayı bilmelidiɾ. Mücadeleci olmalı, pes etmemeli, aynı zamanda açılmayacak kaρı adına da azmini yıpɾatmamalıdıɾ. Hayattaki en büyük mücadeleleɾim; konuşmayı bilmek ve dinlemeyi bilmek, hangi insana, hangi kimlik sahibine hangi şekilde davɾanmak, memlekete göɾe değil, söze ve adama göɾe değeɾlendiɾmektiɾ.
kaynak: kendi resmi sitesi

Servet Saygınoğlu Sözleri 155 Adet

Aşağıdaki Servet Saygınoğlu sözleri hakkında hata olduğunu düşünüyorsanız veya sayfamızda bulunmayan Servet Saygınoğlu sözlerini sayfaya ilave etmemizi istiyorsanız irtibata geçiniz. Bildirin.

Siyah ya da beyaz, uzun veya kısa olman değil, senin ne kadar insan olduğun kalır aklımda. Ben seni insanlığından tanırım.

Yaptığınız herhangi bir işte kazanç olayı ikinci planda değilse o işte tam olarak verimli olamazsınız.

Şayet özgürsen; zaman su gibi akıp geçer. Esaret altında dakikalar yıl gibidir.

En kötü karar, daima kararsızlıktan iyidir. Eğer bir yanlış yapacaksan kendi aklınla kabul ettiğin yanlışı yap! Bu durumda suçlayacak birilerini aramaya gerek duymadan, ders alması gereken kişinin kendin olduğunu anlamış olursun.

Erkek; aklının başına geldiği an itibariyle iki şeyi hayal eder; sınırsız para ve seks. Ömrü boyunca bu isteklerine dilediği oranda ulaşması mümkün olmaz ve gözü açık gider.

En zengininiz; cebi değil, gözü doymuş olanınızdır.

Huzurun yalnızca senin içindedir. İçindeki ışığın yanmasına daima kendin karar verirsin. Karşındaki insan moralini bozamaz, o insan aklına geldiğinde kafanda oluşturduğun düşünceler sayesinde keyfini kendin kaçırırsın. Unutma ki; ortalık karanlık olduğunda saray ile hücrenin hiçbir farkı yoktur.

Değil mi? Günler ay, yıllar gün gibi. 12 aylık bir yılda, en fazla 12 gün kalır akılda ve hepsini anlatmak en fazla 12 dakika sürer.

Deniz kıyısında esiyor son baharlar rüzgârı, dalgalanıyor saçların. Gözlerimde o kadar büyüdün ki. Gölgen kapladı dünyayı. Sen hariç tüm dünya karanlık.

Aynalardan bile daha gerçeksin, sana baktığımda kendimi görmek gibi.

'Her şeyin yolunda gitmesi bile bir sorundur. Sorunsuz hiçbir iş olmadığından!.'

Uyumak denileni sadece yatakta zannederdim, bir ömrü uykuda harcayanları görene kadar.

Görmediği güzeli seven, okumadığı kitabı öven, sorgulamadan söven, anlaşmayı denemeden dövenler gördüm.

'Neden bana kırmızı kart verdin?' dedi. 'Sarı'da kendini ocağa attın, fakat umursamadın, kırmızıda ise onu kendin yaktın' dedim.

Yağmur damlası aktı yanaklardan, sevinçten ağlar gibi hıçkırıklar. Gül bahçesinden bir tutam gül koparırken, gülün yağmursuz kalma düşüncesi. Aşkın gözyaşları fakiri, yalnız ve kaktüs misali çöl fırtınalarına direnişi. En güçlü olduğunu haykırışı dünyaya. Kalemin anlattığı, kağıdın dinlemekten usanmadığı, uyumayan aşktı.

Köylüler, yağmurun uzun süre olmadığı, kuraklığın uzun sürdüğü zamanlarda toplanarak yüksek bir tepeye yağmur duasına çıkarlar. -Yükseğe çıkınca Allah'a daha yakın olacakmış gibi- Dua eder, yağmur ve onunla beraber bereket isterler. Fakat yağmurun fazlasıyla yağdığı, ekinlerin haddinden fazla bereketli olduğu zamanlarda köylülerin toplanarak öyle tepelere şükretmek için çıktığı görülmemiştir. Bu yaşamın her yerinde böyledir. Sanki yaratıcının her yıl rızkına bereket verme mecburiyeti varmış gibi. Maksat, köylüyü rencide etmek değil, 'köylü' sadece bir örnek mahiyetindedir.

Hayat; siz hayatı sorgulamaya daldığınızda yaşananlardır. Bakıp görmediğiniz, görüp yaşamadığınız, sadece bildiğiniz, izleyici koltuğunda seyrettiğiniz. Ya sorgulamaya dalıp bir şey görmezsiniz, ya da yaşarsınız.

Sen; sevgilim, aşkım dediğin kişiye değil, onun sana hissettirdiklerine aşıksın. Bu kişi sana bu duyguları hissettirmemeye başladığında senin gözünde buz kalıbından farkı olmaz. Kişiye aşık olmalı ki o aşk da hiçbir olay veya durum etkilenmez.

İnsanlık, günden güne üst seviyelere ulaştı. Dürbünle bakıldığında bile görünmüyor.

Seni hissetmeye başladığım andan itibaren dilimin ucunda olan o iki kelimeyi bir türlü söyleyemedim. Bir an geldi ve vakit geçmişti. Ben sendeki kendim'e geç kalmıştım.

Hayattaki her şeyin geçici olduğunu test etmişsinizdir dostlarım.

Bir insanın nasıl bir kimliğe sahip olduğunu şayet merak ediyorsanız; maçlara dair yaptığı yorumlara bakmanız yeterlidir.'

O kadar da değersiz olduğunu düşünme. En azından cümle içinde kullanılabiliyorsun.

Değer verdiklerimiz; zafere doğru var gücümüzle koşarken, avucumuzda taşıdığımız ıslak sabun gibidir. Her an yitirilmeye hazır olan.

azla sevinip havalara uçmanın, ne de dip yetmiyormuş gibi daha derin kutular kazmanın anlamı yoktur. Yaratıcı hiçbir kuluna zulüm etmez. Güçlülerin daha da güçlenmesi için onları bir nevî imtihan eder. 'Beni öldürmeyen, güçlendirir.' demiş Nietzsche dayı. Acısı varsın yüklenebildiği kadar yüklensin. Yeter ki kalkabileceğinize inanın! Sonra öyle bir kalkışınız olur ki; insanların size hayranlığından çok siz kendinize hayran olursunuz!.

'Onu anlayamıyorum' dediğimiz insanların birçoğu, kendilerine anlam verilmesine layık değillerdir.

İnsan olarak gelinir dünyaya ama her gelen insan olarak kalamıyor. Spor yapan biri fiziğini geliştirir fakat o fiziği koruması için de her gün spor yapmalıdır.

Karanlığa yakacak bir mumun yoksa eğer, bu hayata küsmeni gerektirmez. Ya kendin yanıp aydınlatacaksın yolunu, ya da karanlıkta yürümeyi öğreneceksin.'

'Kafam şişti' diye bir şey yoktur. 'Kafam şişti' cümlesi, tembellerin akıllarını kullanmamak için önüne bıraktıkları bir zırhtır. Ömrünüz boyunca dert çekseniz, kütüphaneler dolusu kitaplar okusanız, yüzlerce bilgenin dizinin dibinde ilim öğrenseniz de o kafayı şişirecek kadar yer kaplamaz. 'Kafam şişti' deyimi, tembellik kapısının giriş parolasıdır.

Karda, soğukta ellerimizin üşümesinden, grip olmaktan, nezle olmaktan şikâyet ederiz. Pencereler ardında tekerlekli sandalyeye oturup hayatı camdan seyretmektense, inanın, bu küçük hastalıkları soğuğu hissetmemiz sayesinde tatmamız güzeldir.

Yorgun gider hafifçe başını çevirerek, ardından bakakalınır, nemlidir gözler. Onca yaşanılanı üç saniyeye sığdırır gibi geçer zaman. O anda düşer gözlerinden iki damla yaş. Sonrasında hayat defterinden yeni bir sayfalardan bir tane daha açar. Yeni bir avuntu bulursun kendince. Fakat ne yazık ki takvim yaprakları gibi çöpe gitmiyor yaşanılanlar.

Ve bir sabah göremeyeceksin kendini aynada.

Yaşlandığımızda bizi gençken tanıyan kişileri görmeye ve sohbete 'Nerde.' diye başladığımızda yanımızda olmalarına ihtiyaç duyacağız.

'Hüzün kokan yalnızlıklara doğru ilerliyor adımlarım. Hangi tarafa gitsem, değişmiyor içimdeki yanık kokusu.'

Bazı günler 240 saat, bazıları da 24 dakika gibidir.

'Artık hayal mutfağındayım senin. İstediğin gibi soy, kes, pişir, hatta ocakta unuttup yak beni.' 

Yenilgiyi bazen kabullenmeli aslında. Bir sonraki savaş adına daha güçlü bir yaklaşım ile hazırlık yapılabilir. Yenilgi mütevazi yapar. Kendindeki gücü kabullenen yenilgi ile sarsılmaz. Bunu tecrübe hanesine çentik olarak ekler. Kaçırılmış bir tren olmasa da, denize atılan olta gibi her an balığın takılma ihtimali olduğudur.

İnsanlara akıl vermeye kalkışmayın. Biliyorsunuz ki aklınız size fazla gelmiyor. Şayet insanlara bir şey vermek istiyorsanız; huzur verin, içinde bir kutu kürdan bile olsa hediye paketinde bir şeyler verin. Kendinizi sevindirmeniz tek kişilik sevinçtir. Fakat birini sevindirdiğiniz zaman siz de sevinmiş olursunuz. Mum, başka bir mumu yaktı, ışığından kaybetmedi. Sevinç iki kişilik oldu, bu sayede dünya daha çok aydınlandı.

'Ebeveynlerimizi haklı görmek' ve 'Empati kurmaya başlamak' çocukluk döneminin bitiş çizgisidir.

Yürürken yoluna çıkan duvarı görüp 'Buraya kadarmış' diyerek vazgeçme! Yanına kadar git ve dokun. Duvar renginde bir perde olabilir, geçmekten korkma! Rastladığın duvarlar cesaretli olan ile olmayanları ayırmak içindir.

İnsanoğlunun aklı, başına taksitle gelmiştir. Aklının başına geldiğini fark ettiğinde bir de bakmış ki ömrü bitmiştir.

Aldım kalbimin tapusunu, anahtarım elimde. Bu saatten sonra da 'kiracı' olmam hiçbir gönülde

Dem vurur sarhoşluğum. Yağar yağmur, uyutmaz gözlerimi.

Delirmek, bazen hayatın stresini bertaraf ederek derin bir soluk almayı sağlayacak en etkili silahtır.

İnsan ile insan adına kesin bir yorum getirilemez. Fakat insan ile hayvan arasında samimi bir dostluk oluşabilir. Hayvan, düşünemediğinden dolayı içten pazarlık yapamaz.

Ne mi yaşadım? Off diye derinden yaşamış olsam da acıyı. Çok uzaktan seyrettim, yaklaşamadım muhitine. Hasret dağladı kalbimi hep. 'Hiçbir şey bükemez boynumu' derdim, biliyordun bunu. Gözlerim bulut misali tükense de.

İnsan; kendisine sürekli fırlatılan negatif okları, pozitife çevirmek zorunda olan fabrikadır. Ruhun bedeni sahiplenmesi, bedenin bu çalışmayı aktif olarak sürdürmesine bağlıdır.

Öncelikle anlaşılmaya ihtiyacımız vardır. Bu durum sevilme ihtiyacımızı da karşılamış olur.

İtin sadık olanı, sahibi geldiğinde komşunun bahçesindeki hemcinsi ile oynaşan değil, sahibini kapısının önünde bekleyendir.

Her geçen gün hayat; çocuksu gülümsemelerden bir adım daha uzaklaşıyordu. Acılar çekerek büyüdükçe; ölümlerden ölüm değil, yüzlerine maskelerden maske beğeniyordu insanlar.

Her şeyi biliyorum diyen insan yalan söylüyordur. Çünkü her şeyi bildiğini söyleyenler, kendini bilmeyenlerdir.

'Aşka değil, insanlara inançsızız. Yaşanmışlıklar almıştır aşkı ayaklar altına. Ama aslında aşk değil, hüznü yaşatanlar olmalı ayaklar altında.'

Bir insanın gerçek kimliğini ancak kavga ederken görürsünüz. Çünkü kavga, kişinin maskesiz, yalın halidir.

Yanında yürüdüklerinle dost olur, karşıdan gelenlere aşık olursun. Karşıdan gelen senin zıttındır, yanında yürüdüğünle aynı yoldasın. Kafanı çevirip yanındakine bakmazsın, sadece konuşursun yanındakiyle. Karşından gelen aşktır, çarpar. Yanındakiyle dertleşirsin. Bu böyle yürüdüğü sürece hep kaybedersin. Hep.

Roman gibisin. Ne başını hatırladığım, ne de bir türlü sonuna vardığım.

Güvendiğiniz bir ağacınız vardır mutlaka, gölgesinde otururken sizi güneşten, rüzgârdan koruyan. Zaman affetmiyor, kıskanıyor dostlukları ve ağacınızın içine kurt giriyor, kemiriyor. En çok ihtiyaç duyduğunuz zamanda gidip gölgesine oturuyorsunuz, bir de bakıyorsunuz ki o kocaman ağaç üzerinize devriliyor, acıtmıyor nedense, pamuk gibi. İçi boş olduğundan ağırlığını bile hissettirmiyor. Zaman kemiriyor, eritiyor, öğütüyor, damla damla bitiriyor her şeyi.

Hüzün anında, 'Teselli etmek' ile 'Akıl vermek' birbirine zıt kavramlar haline gelirler ve aralarında kıldan ince bir çizgi oluşur. Teselli çizgisini aştığınız anda, karşınızdaki insana akıl vermiş olursunuz. Bu durum yeterince rahatsız edici olur.

Başka şansınızın olmadığını düşündüğünüzde gitmeniz gereken bir yol varsa durmaksızın o yolda ilerlemeye devam edersiniz.

Ekmeden biçmek sadece 'tarlada ot' misali olsa iyi. Aynada kendini görmen için bile önce aynayı silmen gerekir.

Tek umudum sihirbazın şapkası kaldı. Çıkarsa, insanlık oradan çıkacak.

'Hayatı akışına bıraktım' diyen kişinin, deveyi bağlamadan Allah'a emanet edenden farkı olmaz. Bir kez bıraktı mı, bir daha tutamaz.'

Bir tek resmine gösterdim o sulu gözlerimi. Zayıf, çaresiz yanım bilinmesin istedim. Resmine bakarken sessizce damlalar süzülürdü yanaklarımdan. Taşıyamazdı yanaklarım. Damlardı halıya, halıda kaybolmasını seyrederdim.

'Sen' olmalıydın yanımda. Bir tek sen anlardın beni; tek bakışımda, göz kırpışımda, haykırışımda, yakarışımda. Beni yalnızca sen anlar, yalnızca sen sevdiğine inandığım, yanındayken özlediğimdin.

Yaşamak için kanlı canlı olmak gibi olmazsa olmazım olansın.

Dost; acıyı acıtmadan söyleyendir.

Her işin bir adabı, bir usulü vardır. Sağ eli ile başının üzerinden sol kulağını yakalamayı marifet zanneden kişi aklının ucuzluğunu pazarlamış olur.

Onlarca yıl yaşamışlığını tek kelimeye kadar küçültebildi insan; adına 'ömür' dedi.

Yarınlarda bekle beni. Bugün daha tazeyim, hamım. Yarınlarda bekle. Ben seni orada bekliyorum.

Hayatımdaki ben gibiydin. Senin gözünde her şey yolundaydı. Oysa ben. Ben kendime geç kalırdım.

Kalp ritminin kesilme ihtimali olmasaydı, yaşamdan, yaşanacak olanlardan korkmak için binlerce sebebimiz olurdu. Her şeye rağmen dünyadan göçeceğini bilen insan, bu umuduyla kendini daima güvende hisseder.

Kalemim ve ben, hem ezilip, hem tükenen,

Hep seninle olsam sensizlikte, bir kar yağsın ve bak gökyüzüne. Yüzüne konan kar taneleri buselerim olsun. Ruhum bir parça olsun ruhunda. Hep kalsam sende.

'Sevmek; olmazsa olmazımızdır hayatta. Yaşadıkça doymadığımız, yokken yüzümüzün gülümsemeyi unuttuğu. 

Dillenir gözlerim, gözlerine bakınca. Aşkın en güzel şiirlerini okur sana. Dilimin konuşmasına gerek kalmaz. Tutarken ellerini, ruhuna dokunur gibi.

Karanlığı yenen insan yanarak aydınlatan insandır. Işık karanlığın düşmanıdır, ışık karanlığa meydan okur, içini görür onun. Karanlık, ışıktan hiçbir şey gizleyemez.

Yaşamak ağır bir yük omuzlarda. Yorulup çöken insanın kalkması sürer ömür boyu. Hayat durmadan ders veren bir okul, aynı zamanda teneffüse çıkmaya izin vermeyen öğretmen kadar zalimdir.

Anlaşılmak ne zor! Sağ el, sol ele dost olsaydı tokalaşırlardı. Deneyin, gördüğünüz gibi anlaşamıyorlar.

Üzülürdüm, kırılırdım kolayca. Kırılan yer bir daha aynı yerden kırılmaz. Yani eskisi gibi değilim. Kırılacak yer kalmadı artık. Artık hiçbir şeye gücün yetmiyor işte. Kal öyle. Kal.

Cimri insanın fakirliği dünyayı satın alsa da bitmez.

'Eşitlik' üzerine ne kadar konuşulursa konuşulsun bir adım öteye yol alınamaz. Nefes boşuna harcanmış olur. Bu zahmet manasızdır.

Güneşin doğuşu, yalnızca yoksullar için umudu simgeler. Çünkü bu hayatın onlara mutluluk borcu vardır.

Ne kadar ağırsan, denizin dibini o kadar çabuk boylarsın.

Kendisi için akmayan gözyaşlarının, kirlettiği yastık örtüsünü kim yıkamak ister ki. kim ister ki sonlardan sonraki başlangıç olmayı. Kırık kalbe pansuman olmayı, çiviyi söken çivi olmayı.

'Maviliğiyle ruhumuzu okşayan, güneşiyle içimizi ısıtan gökyüzüne, yağmur bulutlarından oluşan kıyafetini yakıştırmasak bile, bu ona darılmamızı sağlayacak bir sebep değildir. Çünkü sevdiklerimiz kusursuz değillerdir, kusurlarını hoş gördüklerimizdir.'

Sürünerek ve uçarak yâre giden, çok garip yolcularız.

Of diye başlayan günün serzenişleri hala devam etmekte. Bir uzakta, bir yakındadır hissedişlerim. Duyarken sesini, uzakta oluşun. Duymayınca kalbimde seni yaşamalarım. Gül kokardı seninleyken nefesim. Şimdiyse yokluğunu sigara dumanıyla kapamaya çalışıyorum. İçim, nefesim yanık kokuyor.

Çoğu insanlık treninin saatini bilmedi, hep geç kaldılar.

Saati örnek al; pilin bitene kadar her işi zamanında yap!. Kediyi örnek al; uçurum kenarında bile arazideki gibi yürü!.

S'özde insan; S harfi ile başlayan müstehcen düşüncelerini zihninden uzaklaştırmadığı sürece Sözde'nin S'sini kaldırıp 'Özde İnsan' niteliğine ulaşamaz.

Hayat bana öğretti ki; Moral bozmak; sorunu çözme konusunda zerre kadar yardımcı olmuyor.

Denizin dalgaları alır hüzünlerimi. El sallarım giderken hepsinin ardından. Bir ben kalır geriye, bir de donan kalemimin ucuna 'huuh' yaparak sana yazdığım aşk şiirleri.

Paranın satın alamayacağı bir şeylere sahip olmayanlar, zenginlikten söz etmemeliler.

Yeter ki bana gelmek için yola çıktığını söyle. Yoldan çıkmaman için bariyer olurum sana. 

Dinlendiğinde; geriye bakarak kat ettiğin yola değil, devam edeceğin yola bakarak dinlen.

Ne istediğini bilen, nerede araması gerektiğini de bilir, bilmelidir, bilmeyen tahmin etmemeli! Bilmediğini kabul ederek öğrenmeye çalışmalıdır. Meraktan başımıza birkaç bela gelebilir ama merak etmemek; binlerce bela, cehalet, körlük getirir.

Rüyada sevgiliyi görünce hazırlıksız yakalanmamak için ütülü takım elbise, yakada kırmızı karanfille uyumaktır aşk.

Hayat, her zaman güzeldir. Lakin iyi olmadığımız zamanlarda suçu hep hayata atarız nedense.

Küçük dalgaların kayalıklara vurduğunda duyulan tını, dinlenen müziğe enstrüman misali katılır gibi.

Yürek, baştan sona bir harabeyi anımsatır. Yer gök aşk kokarken ben çekiyorum sigaramın dumanını içime. Aşk benden, ben aşktan bîhaber.

Hangi hayvandan ne zarar geleceği az-çok anlaşılır. Ya Rabbim, sen insandan koru bizi.

Dış görünüşte 250 gramlık kâğıt yığını, okuyunca dağlar kadar ağır, yaşanması bir ömür. İşte buna kitap deniyor.

Günler kaplumbağa misali adım atmak bilmez. Aylar, yokuş aşağı dörtnala gider gibi.

?'Aslan; kocaman bir sürüden sadece midesini dolduracak bir tane hayvanı alır. Kalan sürünün geçişini seyreder, dokunmaz ötekilerine. İnsan ise; en az on tanesini de yedeğe alır.'

Gittin. Başımı ellerimin arasına alıp, yerdeki karıncaları seyretmeye bırakarak. 

Her an farklı şekillere girebiliyordu insanlar. Tanışma esnasında yağmur sonrası gökkuşağı kadar huzur verirken, ihtiyacın olduğunda da karanlık sokakta üzeri yapraklarla bezenmiş birer kuyu oluyorlardı.

Bir adım yaklaştın sanki bana. Halbuki bir tebessümdü seninkisi, adım bile değil, o aşk ile göklerde buldum kendimi. Değmedi yere, ardından yıllardır koşan nasırlı ayaklarım.

'Üzüntü, üzülsün bizimle olmadığına.'

Okuduğunuz her kitap; Zirvedeki bilgi, olgunluk, çağdaşlık ve birçok şeyin hazinesine sizi yaklaştırmak adına birer merdiven adımı olur.

'Bir müşteri' deyip geçmemeli. Bir müşterinin övdüğünüyerdiğini aynı anda binlerce kulak duyabilir.

Serin rüzgârlar esiyor. Ağır adımlar eşliğinde ilerliyor saniyeler. İlerliyor zaman sabaha doğru. Karanlık gecemiz sabahı bekliyor. Hüznün mutluluğu beklediği gibi.

Suskun olduğumuz zamanlar, en çok konuşmak istediğimiz zamanlardır aslında. 'Nereden başlasam? Nasıl başlasam?' diye düşünürken, uzun bir suskunluk bırakmış oluruz geride.

'Konuşabilmek' ile 'Konuşmayı bilmek' arasında büyük bir fark vardır. Mesela çoğu insan ikincisini bilmez.

Affetmemek, bir nevî nefret etmektir. Nefret yorar, yudum yudum öldürür insanı.

Bir geçersem aklından, el salla sadece.

Hatırlatır kendini. Yıllar, yollar, ömür geçse bile. Yeni yeni elbiseler alır, onları bir bir eskitir, yol kenarındaki bir çöpe atıp yoluna devam etsen bile. Kaçsan, uçsan, kopsan bile, nerede olursan ol, bedenin; ruhunla beraber onu da taşır, her sabah, her akşam, her saat hatırlatır kendini.

Ruh, tutsaklıktan kaçmayı tat olarak bilir kendine. Serbest kalınca da oturduğu koltuktan kalkası gelmez.

Bir masalda buluştuk seninle. Sen başladın anlatmaya, ortada bitkin düşmeden tuttum ellerinden. Taşıdım seni sonuna kadar. 'Sen'le başladı, ben'le devam etti, sonunda 'biz' olduk.

Her canlı; bedenine biraz düşmandır, hastalıkta.

Bir bilgi sahibi olduğum anda, aynı zamanda binlerce bilmediğim şeyin daha olduğunu fark ediyorum.

Gönüllerde havalar sisli, kalp kalbi görmüyor.

O kadar da değersiz olduğunu düşünme. En azından cümle içinde kullanılabiliyorsun.

'Görmezlikten gelme' değil. Görme, tanıma, bilme. Unut. Olmazsa sil. Yine olmazsa format at. Daha da olmazsa o zaman ihtimalin varsa fabrika ayarlarına dön. 

Şırıl şırıl yağıyor yağmur İstanbul sokaklarına. Hayalinle yürüyoruz beraberce, rengimiz ıslak.

Kokusunu hissettiğim kadar yakın, dokunmak için yollarca uzaktın bana.

'Beklenen zaman; gelmemek için elinden geleni yapan zamandır.'

Derinliğinden şüphe ettiğin ırmağa balıklama dalmayacaksın.

Caddeler kırık şemsiyelerden geçilmiyor. İstanbul bu akşam ağlıyor. Rüzgâr derinden esiyor. Kalbi kırık, boynu bükükler yerine.

Hep o köşe başında beklerdik birbirimizi. Ne zaman o köşenin yakınlarından geçsem, seyrediyorum ikimizi.

Karanlık yerini aydınlığa bırakır, tamamen karanlık bir hava olmaz, imkânsızdır. Bulutlu olsa bile güneş yüzünü gösterir bazen. Camı açmak yeterlidir görmek için.

Eriyip gider buzlar. Görkemini bırakır şırıl şırıl akan suya. Bir deli sevdaya koşar hiç durmadan, engel tanımaz. Gücünün yetmediği yerde buhar olur, gökyüzüne kavuşur. Yetişemediğini seyrederken yağmura dönüşür ve usulca düşer umudunun kalbine.

Dili olmayanların kulakları daha açıktır, dinlemeyi en iyi onlar bilirler.

Yağmur sesi ve kokusu var havada. En güzel kokuyu hissederken en güzel melodiyi dinliyor gibiyiz. Yanağından yağmur damlasını silmelerim, sarılmaktan kollarımı çekmeye gücümün yetmediği.

'Bugün ölmezsem, bir daha ölmem.' dediğimiz birçok günümüz olmuştur.

En yalın halin gelsin. Bedenin sende, ruhun bende kalsın.

Zamanı akışına bırakamazsın. Akıntı şiddetli olduğu için önüne ne çıkarsa süpürerek götürüyor. Ters yüzmeye çalışma, ak!

Önümüzde boş bir kâğıt varken, şayet elimizde de kalem varsa mutlaka bir şeyler karalamak isteriz. Kimi kalp çizer, kimi 62 den tavşan yapar, kimi imza denemeleri yapar, ben gibileri de kâğıdı bölümlere ayırır notlar karalar. Konu şuraya geliyor; kimsenin karşısında boş kâğıtmış gibi görünmeyin. Size bir şeyler öğretme telaşına girer ve misyon yüklemeye çalışırlar. Öylesine dağınık bir kâğıt şeklinde görünün ki, sizden bir şeyler öğrenmeye çalışsınlar.

'Korku, sürekli sizi itmeye çalışan bir canlı gibidir. Onunla baş edemediğiniz sürece altında ezilmeye mahkûm olursunuz.'

Beni bir sen anlar, beni bir sen sever diye beklediğim. Işıklara inat ceza yediğim kuralsızım. Evin sıcaklığına inat, soğuk sokaklarda mekansızım. Off.,

Bakabilmekti bazen martıların Kız Kulesi etrafındaki dansına, en taze ve candan gülümsemelerine şahit etmekti kulakları. Rüzgâr eserken Kadıköy tarafından, aç olduğum kokunu boğazdaki rıhtımda alabilmekti.

Her geçen gün tünelin sonuna bir adım daha yaklaşır gibi umutla ilerler yaşam. Sonunu görmek varmanın garantisi değildir, varmak da büyük mücadele gerektirir. Rüzgâr daima karşıdan eser, getirdiklerine dikkat etmeli!. Neyi ıskalayıp, neyi yakalamak gerektiğine.

Yaşlandıkça değil, yaşadıkça büyürüz.

Beklemenin her günü, en az bir yıl yaşlandırır.

Ölüm, bazı insanlar için ödüldür. Kolayca o ödüle layık olamazlar. Yaşıyor olmaları; hâlâ çekmeleri gereken çilelerinin olduğunu gösterir.

Bir yerlerde, bir şeylerin eksik kaldığını sonradan başımıza gelen aklımız söyler.

Zaman unutturmaz ama acısını azaltır, gün gelir acısı biter ama izi kalır.

Çalış çalış, çalışmaya alış, öncesinde kendinle barış, sonrasında da kendi en iyinle yarış.

Yüzündeki en ufak noktayı bile uzaktan bakınca fark etmekti, susunca tedirgin olmaktı, yorgunluk halinde sesini işitirken canlanmaktı, çok şeyden vazgeçmekti, göze perdeydi, sessizliğin sesi, bedenin onsuz yaşayamayacağı nefesti aşk.

'Kuzulardan biri ile karnını doyuran kurt, öteki kuzulara dost gözlükleriyle bakar. Kurdun kuzuyu yemesi düşmanlığından değil, ihtiyacındandır.'

Şarkı satırları arasında aradı seni gözlerim. Hiç kimse görmeden bir an önce bulmak istedim. Heyecan, mutluluk, korku. Hepsini aynı anda yaşadım.

Gözlerin gözlerime bakarken, bedenim uykuya gerek duymasın. Tek bir bakışın alsın yorgunluğumu. 24 saat yaşayayım seni. Suya bile hasret duymadan.

Git bakalım madalyon gibi görünen yüzü güzel olan sevdalara. Dönüşü olmayan yollar vardır bilesin.

Arkadaş dediğin; işi düşünce arayan, dost dediğin ise; işin düştüğünde çekinmeden arayıp rahatsız edebildiğindir.

En çok da hayatın sillesini yemiş insanları seviyorum. Muhabbetin hakkını veriyorlar daima. Yaşamışlıkları var, acı çekmişlikleri var, en yüksek damdan düşmüşler. Anlıyorlar halden.

Yıldızları bir çuvala doldurup birer birer gökyüzüne fırlatarak aşkımızı yazmak gökyüzüne. Nietzsche'vi bir haykırışla evrene haykırmak seni. Dinmez öfkelere açılan meydanlar, yâr yâr diye gözlerden sızan yaşlar. Yok. Hayır. Anlatamadım seni.

Zenginlik; yokken ömür boyu hayali ile avunulur, varken de hiçbir zaman yetmez.

Yorumlar 6 Adet

Perihan

Nurcan

Servet sayginoglu kimdir. servet sayginoglu ölüm ve doğum tarihi kaçtır derken siz oldunuz de bizimki haberimiz yok

Perihan

Davut

Emeğinize sağlık

Perihan

Serhat Tunçkılıç

Adam kendi otobiyografisini dile getirmiş herkes ulaşamadığının delisi çok biliyorsanız kendiniz yazın kendiniz okuyun biraz emeğe saygı duyun bu kadar cahil olmayın.

Perihan

meyman

bundan 10 yıl önce sana yapma bu işi dedim ama dinlemedin.. Allah peyagmaber için bırak bu işi midem bulanıyor vallahi

Perihan

te te tee

ergenlikte kalmışsınız. yeni nesil bunları mı okuyor tüh yazık !

Perihan

Nurdan

Tanıtım metninde kemik kırılmalarının vitaminsizliktenmi? Muziplikten mi? Demişsiniz.Bu zamana kadar muziplikten kol bacak kırılması, ne gördüm, ne duydum? Yanlış keşimeyi düzeltmeniz ricası ile.

Yorum Yaz

söz kimin Alfabetik Liste