İnci Aral Sözleri ve Hayatı

söz kimin

Bu sayfada Türk öykü ve roman yazarı İnci Aral ait 52 adet sözleri / alıntıları ve hayatı yer almaktadır. İnci Aral kimdir? Ölüm / doğum tarihi kaçtır? İnci Aral mesleği, nereli, hayatının özeti, kısaca özgeçmişi, kaç yaşında gibi bilgilere ulaşacaksınız.

İnci Aral
  • Adı: İnci Aral
  • Doğum: 27 Kasım 1944
  • Mesleği: Türk öykü ve roman yazarı
İnci Aral Kimdir Sayfası

Bu sayfada İnci Aral hayatının özeti yani kısaca hayatı hakkında bilgi vermeye çalışacağız. İnci Aral sayfasında hata veya düzeltme bildirimi için lütfen çekinmeden bizimle irtibata geçiniz. Bildirin.

İnci Aral, Tüɾk öykü ve ɾoman yazaɾı.

1944 yılında Denizli'de doğdu. Ankaɾa'da Gazi Eğitim Enstitüsü ɾesim Bölümü'nü bitiɾdi.

Altı öykü kitabı, altı ɾomanı yayımlanmıştıɾ. Yazaɾ, 1992 yılında Ölü Eɾkek Kuşlaɾ adlı ɾomanı ile Yunus Nadi Ödülü'nü kazandı, 2002 yılında yayınlanan ɾomanı Moɾ ile de Oɾhan Kemal ɾoman Aɾmağanı'nı aldı.

1994'te yayımladığı Yeni Yalan Zamanlar, 2002'de yayımlanan Mor ve 2007'de yayımlanan Safran Sarı romanını Yeni Yalan Zamanlar başlıklı bir üçleme haline getirdi. sozkimin.com
kaynak: wiki

Eserleri

Öykü
ağda Zamanı (1980)
Kıran Resimleri (1983)
Uykusuzlar (1984)
Sevginin Eşsiz Kışı (1986)
Gölgede Kırk Derece (2003)
anlar İzler Tutkular (2003)
Ruhumu Öpmeyi Unuttun (2006)
Unutmak (2008)

Roman
Ölü Erkek Kuşlar (1992) ' Yunus Nadi Ödülü
Yeni Yalan Zamanlar (1994)
Hiçbir aşk Hiçbir Ölüm (1997)
İςimden Kuşlar Göçüyor (1998)
Mor (2002) ' Orhan Kemal Roman armağanı
Taş ve Ten (2005)
Safran Sarı (2007)
Sadakat (2010)
Şarkını Söylediğin Zaman (2011)
Unutmak (2009)

İnci Aral Sözleri 52 Adet

Aşağıdaki İnci Aral sözleri hakkında hata olduğunu düşünüyorsanız veya sayfamızda bulunmayan İnci Aral sözlerini sayfaya ilave etmemizi istiyorsanız irtibata geçiniz. Bildirin.

Nasıl oluyor da insan, yaşamına onca güzellik katmış birini günün birinde bu kadar anlamsız bulabiliyor.

Evlenmek, iki insanı birbirine uydurmak için üst üste koyup ütülemek gibi zorlama bir iş.

Zaman içinde yaşadığımız bir akarsudur, bizi alıp ya ileriye doğru götürür ya da boğup öldürür.

Ben yaşamıma karışmış tüm erkekleri, hepsini sevdim. Sevgiler yordu beni. Bir yaz yağmurunun altında gökyüzüyle yıkanan ağaçları sevdim. Kelebek kanatlarındaki benekleri. Güne açılan pencereleri. Bütün hayvanları ve en çok kedileri.

Evlenmek, iki insanı birbirine uydurmak için üst üste koyup ütülemek gibi zorlama bir iş.

İnsanı anlayabilmek için en derin yerlerine kadar kazımak gerekiyordu. Kazımak, kazımak ve kazımak.

Sonra bir gün orta yaşa varıyorsun ve açabileceğin kapıların hiçbirini açmamış olduğunu fark ediyorsun. Yani bir sabah içinde bir yoksunlukla, unuttuğunu sandığın ama yalnızca uykuya bırakmış olduğunu fark ettiğin bir yığın özlemle uyanıyorsun.

Yanlışlıklar, yenilgiler geçiyor aklından. Leş kokan kasap dükkanlarına asılmış yapışkan sinek tuzakları, lambalara yapışmış pervaneler geçiyor. Görmeden bakıyor onu buralara getiren adama. Bakışları karşılaşmıyor artık.

Yeniden genç olabilse keşke. Zamanın bu kadar çabuk geçişi, insan hayatının böylesine kısa oluşu haksızlıktı. İnsan, hele bir de kadınsa nasıl yaşaması gerektiği öğrenmiş olduğunda iş işten geçmiş oluyordu. Nasıl seveceğini bildiğinde akşam oluyordu.

Benim için ait olmak, katkıda bulunmak ve paylaşmak önemli. Oysa sen üçü kırık bir kalem gibisin. Seninle yazamam.

Hiçbir erkek, kadınların sandığı kadar dayanıklı ve güçlü değildir.

Pencerenin önündeyim. Kendi imgemi görüyorum, mermerin üzerine yayılmış uyuklayan tekir bir kedinin başucunda. Küçük ve büyük anların yaşanmışlık görüntüleriyle, sözcüklerle, yabancı ama aynı zamanda bildik kaygılar ve sevinçlerle dolu bir organizma olarak görüyorum. Olduğunca kabul ediyorum onu. Ne gurur ne de hoşnutsuzluk duyuyorum. Acıyan bir yerlerim olup olmadığını anlamak ister gibi yokluyorum içimi. Hiçbir sızı yok. Geçmişin ağırlığı yok üstümde. Yolunca yordamınca unutmuşum unutulması gerekenleri. Sarılıp sarmalanmış, sağaltılmışım.

Unutmak; bir mezar kazmak, unutulması gerekenleri oraya gömmek ve üstüne işaret koymamaktır.

Yeniden genç olabilse keşke. Zamanın bu kadar çabuk geçişi, insan hayatının böylesine kısa oluşu haksızlıktı. İnsan, hele bir de kadınsa nasıl yaşaması gerektiği öğrenmiş olduğunda iş işten geçmiş oluyordu. Nasıl seveceğini bildiğinde akşam oluyordu.

Duygularımı seninle bölüşebilmeyi ne kadar isterdim, eğer biraz cesaret verebilseydin bana. Hayatımda hem var hem yoksun. Bu öyle dayanılmaz bir ikilem ki.

Yalnızlık, insanın dış kabuğunu kalınlaştırıyor. Dünyadan gizlenen iç ise zayıf ve kırılgan kalıyor. Maskemi indirdiğimde ya da kendi kendimle kaldığımda güçlülük sandığım inat ve özgüven bir an da paramparça olabiliyor.

Derin bir çukur kazıp bana acı veren her şeyi ve onu gömmek, üstünü örtmek ve bu mezara işaret koymamak demekti unutmak. Gerisi boşluk.

Bölüşmemiz gerekenleri bölüşemiyoruz. Uyum sağlayamadığımız, hızla akıp giden zamana uyduramıyoruz aramızdaki bağı. Sevgiyi de acılarımızı da ayrı ayrı yaşıyoruz. Bundan hırçınlığımız bence.

Yeniden genç olabilse keşke. Zamanın bu kadar çabuk geçişi, insan hayatının böylesine kısa oluşu haksızlıktı. İnsan, hele bir de kadınsa nasıl yaşaması gerektiği öğrenmiş olduğunda iş işten geçmiş oluyordu. Nasıl seveceğini bildiğinde akşam oluyordu.

Herkes ağlayacak bir göğüs istiyordu ama kimse o göğüs olmayı göze alamıyordu.

Unutmak bir mezar kazmak, unutulması gerekenleri oraya gömmek ve üstüne işaret koymamaktır.

Seni tahmin edemeyeceğin kadar büyük bir acıyla seviyorum.

Herkes ağlayacak bir göğüs istiyordu ama kimse o göğüs olmayı göze alamıyordu.

Birkaç gündür beni ararsın umuduyla bekliyorum. Nedense senin de beni özleyeceğini düşündüm bu süre içinde. Oysa sen tek başına yaşama ve acı çekme seçimini o denli ileri götürdün ki, kuşkusuz ne bana ne de herhangi birine ayıracak hiç zamanın yok artık. Peki ama nedir senin bu büyük acın? Niye alışılmış hiçbir şey sana göre değil? Dünyayla, sevdiklerinle arana neden aşılmaz engeller koyuyorsun? Aşk bile, sevda bile iki insanın birlikte olabilmelerinin olanaksızlığı üzerine kurulmalıdır öyle mi?

Yanlış yaşadım. En azından eksik bir hayattı benimki. Kendimi küçük şeylerin çekiciliğine, rahata bıraktım, çok zaman kaybettim. Geçirdiğim zamanın hiç değilse yarısını bir bitki gibi, bütün bağlardan, düşüncelerden, küçük kaygılar, kötülükler, kurallar, anlamsız hırs ve ilişkilerden uzakta yaşayabilmem gerekirdi.

Hayal kırıklığına uğramış gibisiniz. Aşk çoğunlukla hayal kırıklığıyla biter.

İnsanın dünyayı doğru algılamak için sevgiye ihtiyacı vardı. Yalnızların, kendi köşelerinden göremeyecekleri yüzleri vardı hayatın. Düşlerin gerçekliğinden emin olamamak da bununla ilgiliydi: Düşlerin tanığı yoktu.

Konuşmaktan kaçınıyoruz. Aramızda söylenmeden bilinen sözcüklerle kurulmuş bir köprü var ve konuşursak belki dağılırız.

Yazmak bir yıkım ve ardından gelen devrimdir.

Kötü kalplilerden, yalancı, çıkarcı, paragöz, lafazan ama boş kafalılardan, ya da kafası yalnızca kurnazlığa işleyenlerden uzak durmayı düşe kalka öğrendim. Övüngenlere kayıtsız kalmayı, sahte aşklara tepeden bakmayı, içtenliğimi kötüye kullanmaya kalkışanları reddetmeyi kendime, kalbime sadık kalarak başardım.

İnsan yanlış yerden hayata başlamışsa, neyi tutsa elinde kalıyordu.

Onunla burada, bu evde geçirdiğimiz günlerden, akşamlardan, bütün konuştuklarımızdan kalan sesler şimdi bile havaya karışmış olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Son bilimsel araştırmalara göre uzay ve zaman içinde seslerin hiçbir türlü yok olmadıkları kanıtlandı. Bu yüzden bardağıma uzanmak için elimi kaldırdığımda ya da yorulan bacağımı öne doğru uzattığımda onlara çarpıyorum.

Hayatımız hiçbir zaman bir tek zamandan, bir tek öyküden ve durumdan ibaret değil. Bütün yaşadıklarımızın eksiksiz toplamından oluşuyor bugünümüz. Geçmişin bütün renkleri ve iplikleriyle örülüyor. Çok daha karmaşık, anlaşılmaz ve derin köklerimiz. Yaşadıklarımız, yaşamakta olduklarımız ve yaşamayı düşlediklerimizle bir bütünüz.

Boş bir sayfayı doldurmaya nerden başlanır, derin bir kırığın hangi ince çatlağından?

İnsanlar rastgele evlilikler, rastgele çocuklar yapmaktan, rastgele düzenler kurmaktan kurtaramıyorlardı kendilerini. Önlerine çıkan ilk kadın ya da erkeği kendileri için yaratılmış sanma aptallığından vazgeçemiyorlar, sabırsızca düzen sanılan düzensizliklere atılıyorlardı.

Zaman tozdur, kirdir, nemdir, eskimişliktir, yenilgidir. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım koruyamayız kendimizi ve nesneleri ondan. Boşuna o toz bezleri, fırçalar, paspaslar, cilalar, saç boyaları, kozmetikler.

Şarkılar, duyguları ifade etmenin en kolay yoludur. Kimseyi incitmezler. İstemeyen üstüne alınmaz.

Çünkü insan asıl yitirdiğinde severdi elindekini, O zaman anlardı önemini o insanın, yanı başında dururken değil.

O gün ruhumda bir gedik açıldı. Bütünlüğüm parçalandı. Bir daha hiçbir zaman tam hissedemedim kendimi.

Biz taraftık. Kazananı olmayan bir savaşta birlikte battık.

Nasıl oluyor da insan, yaşamına onca güzellik katmış birini günün birinde bu kadar anlamsız bulabiliyor?

Belleğimde renksiz, kokusuz, beneksiz, düz alan zamanlar oluştu sonradan. Yasak bölgeler. Gri boşluklar. Örneğin, kuşsuz bir orman. Yağmursuz kalmış bir gökkuşağı. Belleğim anılar mezarlığı.

Özlerken daha iyi tanırsın sevdiğini. Henüz gerçekleşmemiş bir düş gibi. Sözü verilmiş bir sevinç, uzun sürmüş bir ölüm gibi... Özlem beklemektir. Çaresi yoktur bunun.

acıyan bir yerlerim olup olmadığını anlamak ister gibi yokluyorum içimi. Hiçbir sızı yok. Geçmişin ağırlığı yok üstümde. Yolunca yordamınca unutmuşum unutulması gerekenleri.

aşk kendi kendini yaratıp sürdürüyor. Yaşanmadan yatışmıyor, susmuyor.

Geçmişte bıraktığım bu adam değil. Bu bir başkası. Ben onu boşu boşuna sevmiş ve yoktan var etmişim. Çoğaltmış, yüceltmiş, sevgime değer bulmak için olduğundan daha büyük ve önemli kılmışım.

Nasıl görünüyorum başkalarına? Soğuk, sevimsiz, kendini beğenmiş ya da çekingen ve sinik mi? Önemi yok? aslında o kadar kötü biri değilim. Onların ilkesi, ne olursa olsun iyi ve mutluymuş izlenimi bırakmak. Oysa bu gereksiz bir yorgunluk ve aşırı alçakgönüllülük olarak görünüyor bana.

Sevmek, lokmanızı çiğnemeyi unutarak masa başında kalakalmaktır. Sevmek sonradan, usulca okşamaktır bir elin değdiği yerini saçlarınızın. Belki de sevmek bir gün hiç yoktan altüst edilip tavuklu pilav kurusu pişirmektir. Sevmek telefon zillerini duymamak, bastığı yeri bilmemektir.

Ökseye düşmüş kuş gibi hissediyorum kendimi. Değiştiremeyeceğim şeyleri değiştirmeye çalışmam gerektiğini düşünmekten, boş yere kanat çırpmaktan tükendim.

Sevmek çok kolaydır. Elbette seviyorum seni. Önemli olan sürdürebilmek. alışkanlıkların, sıradanlıkların bizi teslim almasına izin verip bunalmamak.

Sessizlik insancıldır. Sessizlik insanın ayak basılmamış bölgesidir.

Zaman ağır aksak geçiyor. Bomboş ve anlamsız. Gene o yabanıllık duygusu yapışıyor yakama. O baş edilmez umutsuzluk ve kaçış isteği. İçimden kuşlar göçüyor.

Yorumlar 2 Adet

Perihan

Murat

Şarkıni söylediği zaman romanı çık güzel ve yazarın hakkında az bilgi vermissiniz saygilar

Perihan

Lale

Çok güzel...Hangi kitaptan alıntılar belirtilse iyi olurdu...

Yorum Yaz

söz kimin Alfabetik Liste