Bu sayfada Yazar, Belgesel Yapımcısı Alain De Botton ait 24 adet sözleri / alıntıları ve hayatı yer almaktadır. Alain De Botton kimdir? Ölüm / doğum tarihi kaçtır? Alain De Botton mesleği, nereli, hayatının özeti, kısaca özgeçmişi, kaç yaşında gibi bilgilere ulaşacaksınız.
Bu sayfada Alain De Botton hayatının özeti yani kısaca hayatı hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Alain De Botton sayfasında hata veya düzeltme bildirimi için lütfen çekinmeden bizimle irtibata geçiniz. Bildirin.
Alain de Botton, (d. 20 Aralık 1969 Zürih, İsviçre) Yahudi asıllı Londra'da yaşayan yazar ve televizyon programları yaρımcısı. Yazarın tüm kitaρları Türkiye'de Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmaktadır.sozkimin.com
Kitaρlaɾı
Essays In Love (1993) (also known as On Love: A Novel (2006), Aşk Üzeɾine, Sel Yayıncılık
The Romantic Movement (1994), Romantik Haɾeket-Seks, Alışveɾiş ve Roman, Sel Yayıncılık
Kiss and Tell (1995), Öp ve Anlat, Sel Yayıncılık
How Pɾoust Can Change Youɾ Life (1997), Pɾoust Yaşamınızı Nasıl Değiştiɾebiliɾ', Sel Yayıncılık
The Consolations of Philosophy (2000), Felsefenin Tesellisi, Sel Yayıncılık
The Aɾt of Tɾavel (2002), Seyahat Sanatı, Sel Yayıncılık
Status Anxiety (2004), Statü Endişesi, Sel Yayıncılık
The Aɾchitectuɾe of Haρpiness (2006), Mutluluğun Mimaɾisi, Sel Yayıncılık
The Pleasuɾes and Soɾɾows of Woɾk (2009), Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı, Sel Yayıncılık
A Week at the Aiɾpoɾt (2009), Havaalanında Biɾ Hafta, Sel Yayıncılık
Religion foɾ Atheists: A Non-Believeɾ's Guide to the Uses of Religion (2012), Ateistleɾ iςin Din, Sel Yayıncılık
Кaynak: wiki
Aşağıdaki Alain De Botton sözleri hakkında hata olduğunu düşünüyorsanız veya sayfamızda bulunmayan Alain De Botton sözlerini sayfaya ilave etmemizi istiyorsanız irtibata geçiniz. Bildirin.
Dürüstlüğünüz ve nezaketiniz kesinlikle başkalarının tanıklığına gerek duymamalıdır.
Aşk, ortak hoşnutsuzlukları bulup çıkarmakla besleniyordu. İkimizde x'ten nefret ederiz, birbirimizi seviyoruz'a dönüşüyordu. Aşıklar, yani dolayısıyla suçlular olarak, birbirimize olan sadakatimizi, başklarına olan sadakatsizliğimizi ortaya koyarak kanıtlıyorduk.
Kendi seçimimizin, kendi zevkimizin, kendi şüphemizin, kendi arzumuzun ve kendi zayıflığımızın izlerini taşıyan şey güzel olabilir ancak.
İnsanların çoğunun benimsediği bir görüşe göre 'herkes' gibi olmak, bir insanın başına gelebilecek en kötü şey, tam anlamıyla kadersizliktir.
Zihin önemli düşünceleri, en hareketsiz olduğu sıradan zaman dilimlerinde üretir.
Gereksinimlerimiz psikolojik olduğu halde maddi şeylere, nesnelere yöneliyoruz. Kafamızı derleyip toplamamız gerekirken evimiz derli toplu görünsün diye raflar satın alıyoruz. Dost sıcaklığının yerini tutsun diye kaşmir hırkalar giyiyoruz.
Kendimizi adil bir biçimde değerlendirebiliyor olsaydık, bir başkasının eleştirileri karşısında bu kadar yara almazdık.
Farklılıkları şakaya dönüştürememek, iki kişinin birbirlerini artık sevmediğine (en azından aşkın yüzde doksanını oluşturan çabayı göstermeyi artık arzu etmediğine) dair bir işaret sayılabilir.
İnsanı geçmişini anımsamaya zorlamak onu silah zoruyla hapşırtmaya benzer. Sonuç mutlaka hayal kırıklığına uğratır; gerçek anımsama, tıpkı hapşırık gibi, her isteyince elde edilemez.
Sanatı, düşüncelerimizi önemli fakat görmezden gelinen yönlere çeken bir şey olarak tanımlayabiliriz.
Gerçek saygınlık çoğunluğun iradesinden değil, sağlam bir akıl yürütmeden kaynaklanır.
Eşitsizlik, toplumdaki genel kural olduğunda, büyük eşitsizlikler hiç dikkati çekmez. Ancak her şey aşağı yukarı birbirinin dengi olmaya başladığında, en ufacık farklılıklar bile göze çarpar.
Balzac aksi, Stendhal konuşma özürlü, Baudelaire takıntılı olabilir; ama bu gerçekler, yaratıcılarının kişisel kusurlarından hiç iz taşımayan yapıtlara yaklaşımımızı niçin etkilesin?
Bitirip de postalamamaya karar verdiğimiz mektuplar, postaladıklarımızdan çok daha ilginç olabilir.
Kıskançlığın en belirgin özelliği şudur: günlük hayatta onca eşitsizlikle karşılaşmamıza karşın herkesi kıskanmayız. Bazı kişilerin başarılı olmaları bizi hiç rahatsız etmezken, bazı kişilerin bizden çok az farklarla üstün olmaları bizi amansız sıkıntılara sokar, bizim için işkenceden beterdir. Çünkü aslında sadece benzeştiğimizi hissettiğimiz insanları, yani referans aldığımız grubun üyelerini kıskanırız. Bize en dayanılmaz gelen başarılar, sözde eşit olduğumuz kişilerin başarılarıdır.
Konuşacak kimse bulamadıkları için kaç kişinin yazar olduğuna, bu yüzden kaç kitap yazılmış olduğuna şöyle bir bakarsak, kitapçıların yalnız insanlar için gidilebilecek en iyi yer olduğunu anlarız.
Ne istediğimizi bilmemiz normal değildir. Çok ender ve zor bir psikolojik başarıdır bu.
Dünyanın en zor şeylerinden biri, herkesin düşünmeden söylediğini, düşünerek söylemektir.
Yaşadığımız zorluklardan utanç duymamalıyız ama eğer bu zorlukları işleyip bunlardan güzel bir şey ortaya çıkaramadıysak belki o zaman utanabiliriz.
Erdemler yüksek mevkilerden dolayı değer kazanmaz; Yüksek mevkiler erdemlerden dolayı değer kazanır.
İnsan psikolojisi ya da sahip olma sürecinin kendisi, bir tüketim malına sahip olmanın yol açacağı mutluluğu engelleyebilecek belli bazı yönler içerir; ancak örneğin bir araba reklamı bu yönlerimizle asla yüzleştirmez bizi. Araba reklamı, söz konusu araca bir süre sahip olduktan sonra onu unutup yeni şeylere sahip olma arzusuyla yanıp tutuşacağımızdan kesinlikle söz etmez. Bir şeyi yüceltmeye son vermenin en hızlı yolu ona sahip olmaktır; tıpkı bir insanı yüceltmeyi engellemenin en hızlı yolunun onunla evlenmek olması gibi.
Aslında her acı, bir şeylerin ters gittiğini gösteren bir işarettir. Sonuç, acıyı çeken kişinin zekasına ve zihinsel gücüne bağlı olarak iyi ya da kötü olabilir. Acıdan duyulan sıkıntı kişiyi paniğe de sürükleyebilir; onun, sorunun ne olduğu konusunda doğru bir analiz yapmasını da sağlayabilir. Haksızlığa uğrayan kişi gidip bir cinayet de işleyebilir, dünyayı sarsacak bir ekonomi kuramı da ortaya atabilir. Kıskançlık duyan insan tatsız biri haline de gelebilir, rakibiyle karşılaşmaya karar verip ortaya bir başyapıt da çıkartabilir.
Geniş düşünceler geniş manzaralara, yeni düşünceler yeni mekanlara ihtiyaç duyar. Akıl düşünmenin en gerekli olduğu zamanlarda düşünceden kaçmaya meyleder. Yalnızca düşünmek gerektiği için düşünmek; talep üzerine fıkra anlatmak veya bir şiveyi taklit etmek kadar insanı felç eden bir süreçtir. Düşünceyi asıl kışkırtan şey, aklın diğer kısımlarını müzik dinlemek veya bir sıra ağacı izlemek gibi eylemlerle görevlendirmektir. Müzik ve manzara, aklın sürekli iş gören, telaşlanan ve her şeyde kusur bulan kısmını bir süreliğine dinlenmeye bırakır. Müzik ve manzara olmasa, aklın bahsettiğimiz kısmı bilincimizde beliren herhangi bir güçlük karşısında kendini kapatır; anılardan, özlemlerden, içe dönük ve özgün düşüncelerden kaçar, bunların yerine kuramsal ve kesinlikle kişisel olmayan düşünceleri tercih eder.
Erkeklere özgü kendini hor görme hastalığının tek çaresi zeki bir kadın tarafından sevilmektir.
Burası çok ıssız, henüz yorum yazılmamış.
İlk yorum yazan sen ol!